Yaşam

‘Üvey Baba’, kalan nesillerin romanıdır.

“Üvey” 1940’larda başlasa da geri dönüşlerle yüzyılı aşkın bir dönemi kapsar çünkü karakterlerin geçmişi de kurguda değerli bir yer tutar. Böylece anlatım 1940’lı yıllarda Karatekeli Süleyman’ın Karabağlar’daki fırınında, Abdülhamid döneminden, 31 Mart Vakasından, Milli Mücadele’den, Büyük İzmir Yangını’ndan ve ortadaki nüfus mübadelesinden bahseden eski zaman karakterleri ile başlar. Türkiye-Yunanistan. Ardından anlatıcı, Karatekeli’nin üvey oğlu Cezmi’ye odaklanır. Annesi onu doğururken öldü ve babası Recep, Harami Hasan tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Karatekeli’nin eşi Raziye Ana da iki düşük yaptıktan sonra üçüncü çocuğundan pişman oldu ve çift, çocukları olarak Cezmi’yi evlat edindi. Cezmi’nin görevi ekmeği dağıtmaktır ve ekmeği dağıtırken herkesi dinler ve insanlara hoşgörüyle yaklaşır. Bu nedenle herkes tarafından sevilen bir çocuktur. Her zamanki gibi bir favorisi var: Kahveci Bekir Sıtkı’nın kumaşı Gülşah. Cezmi, obur karısına göz dikmeyi bir türlü beceremese de duygularına hakim olmakta zorlanır. Üstelik genç bayan mor bileklerini göstererek genç adamdan yardım ümidiyle kendisini kaçırmasını istedi. Umutsuzca endişelenen Cezmi, bir gün kasabada babasının katili Harami Hasan’ı görür ve Bekir Sıtkı’nın yakın arkadaşı olduğunu anlar. Böylece en yakın arkadaşı Gariban ile ikisinin de hayatını mahvetmek için bir plan yapar ama bu planla kendi hayatını da mahvedecektir…

Üvey, Okan Çil, 256 sayfa, Oğlak Yayınları, 2022

Böylece romanın ilk bölümü olan “Sabah” biter, ikinci bölümü olan “Öğlen” başlar. Dönem 12 Mart’tan sonradır. Bu bölümde Cezmi, Fatma Hanım ile evlenmiş ve İbrahim adında bir oğlu olmuştur. Mizacı gereği çekingen olan ve sevdiği kadın Selma’ya açılamayan İbrahim, babasının bakkalını işletiyor. Kendisinin bile anlayamadığı bir nedenle davacılarla yakınlaşır. Selma’yı, davacıların aradıkları işçi ve işçinin haklarını savunmaya çalışan Murat isimli bir gençle birlikte görünce adamı gizlice görecek ve tıpkı babası gibi ortalığı yıkacaktır. hem kendisinin hem de oburlarının hayatını.

“Akşam” başlıklı son bölümde ise İbrahim’in oğlu Yiğit ön plandadır. Hayatını garsonluk yaparak kazanan genç bu hayattan nefret etmektedir. Tek bir hayali vardır: yurt dışına gitmek. Bu sayede gözünü Yunanistan’a dikecek, oraya gitmek için başta hırsızlık olmak üzere çeşitli planlar yapacak ama sonunda tıpkı babası ve dedesi gibi yanlış olanı seçecek ama bir farkla: sadece kendi hayatını mahvedecek, diğerlerinin değil.

Böylece dede-baba-torun/Cezmi-İbrahim-Yiğit üzerinden neredeyse bir asırlık tarihe tanıklık ediyoruz. Kurgu bu üç karakter üzerinden ilerlese de düğümlü bir anlatım söz konusudur. Yani yan karakterlerin geçmişleri ve iç dünyaları okuyucuya aktarılır. Öyle ki bir karakterden diğerine geçişler, merceği sürekli dönen bir kamerayı andırıyor. Anlatıcı, bu sinematografik anlatı zincirini yumuşak geçişlerle ana karakterlere belli belirsiz bağlar. Böylece romanda sadece zamanın değil, dönemlerin sosyo-ekonomik ve politik iklimini de gözden kaçırmayan birey ve toplum panoramasını görmekteyiz. Üzerinde durulmaya değer bir konu; Baskın ve gözlemci bakış açılarını harmanlayan üçüncü tekil anlatıcı sadece anlatır, taraf tutmaz. Ne açıklama yapmak ne de emin olmak gibi bir derdiniz var. Ancak varlığını hissettirir. Elinizdeki yazıyı sizinle birlikte göz ucuyla okuyan bir yabancı gibi, yanınızdaki oyunbaz kişidir. Şakacı diyorum, çünkü “belli olmaz” diyerek sözlerini bitirirken asıl cevabı biliyor ama okuyucudan saklıyor, sırf anlatımdan zevk almak için anlatmak üzere. Başka bir deyişle, anlatıcısını yaratan bir anlatı, anlatısını yaratan bir anlatıcı; yani kelime bahsi oyunudur.

Karabağlar, kader pusulasının ucunun sıkıştığı noktadır. Karakterler pusulanın çizdiği dairenin sınırlarına ulaşır ama bir türlü dışarı çıkamazlar. Bu bağlamda Karabağlar, karakterlerin kaderini belirleyen kudretli kahraman olarak da okunabilir.

“Üç beş yüz kişinin yaşadığı, bağlarla kaplı bir yer olan Karabağlar, aradan yıllar geçtikten sonra küçük bölümlere ayrılmış, paylaşılmış ve etrafı bilinmeyen bir gecekondudan bina yığınlarıyla çevrilmiş. Sırtında onbinlerce insan vardı; Orta sınıf, fakir, dolandırıcı, hırsız, katil, sessiz… Kimse mutlu değildi. Çok fazla yanlış yapılmadı. On binlerce insanı birleştiren en büyük duygu aynı mahallede yaşıyor olmaları değil, bu mahalleye duydukları öfkeydi. Ara sıra komşularla sohbet edip bir iki kahkaha atsalar da ellerine fırsat geçer geçmez gideceklerini yüreklerinde biliyorlardı. Bunu başaranlar gizleyemedikleri bir kibirle sevinç saçarken, geride kalanlar yüzsüz bir gülümsemeyle onlara lanetler yağdırıyordu. Ve nedense Allah, bedduaları daha çabuk kabul ediyor.” (s.177)

Anlatıda görüldüğü gibi, sakinlerinin kaderini belirleyen bu kudretli kahraman, yalnızca tekinsiz, karanlık, huzursuz bir yer değil, aynı zamanda lanetlerin daha çabuk kabul edildiği uğursuz, neredeyse lanetli bir yerdir. Ancak aksi bir okuma ile bunun aksini söylemek mümkündür. Asıl sorun, ‘öteki’nin ‘ben’i var etmemesidir, çünkü her yerde olduğu gibi insan, insanın kurdudur. Yine günah keçisi Karabağ’dır. Bu okumayla birlikte lanetli şehir efsanesi yıkılır ve ateşten korkan Prometheus miti, yani bir anti-mitos karşımıza çıkar. Karabağlar, habitustan çok simülakruma dönüşüyor. Karabağ halkının hayatı da bir simülasyondur. Temelde birçok düşünür bu konuyu kitle iletişim araçları ve medya bağlamında incelese de, Cezmi’nin İbrahim’e söylediği gibi, bunu simüle etmek insanın doğasında var:

“İnsanlar en büyük yalanları kendileriyle dertteyken söylerler oğlum. Haklı olmak için herkesi aptal durumuna düşürür. En korkunç sözleri önceden hazırlar ve bu sözler doğrultusunda savaşır; kısacası konuşur ve konuşur. Sonra ne olur? Asla… Hep yalan söylüyorsun. (s.158)

Kısacası var olma bilincini özleyen, kendisi olmayı erteleyen birey, sadece hayata değil kendisine de üvey anne olur. İşte bu üvey annelik üzerine iddiaya girenler; Pamuk Dokuz ve Trenci Abbas gibi yan karakterleri bile son derece çarpıcı bir biçimde kurgulanmış, sofistike bir roman olarak karşımıza çıkıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu